20. Yüzyılın Belli Başlı Katliamları ve İnsan Hakları İhlalleri
Bosna Hersek’te Sırpların Gerçekleştirdiği Soykırım
Bosna’da Sırplar tarafından gerçekleştirilen katliamlar 1992’de Bosna Hersek Hükümetinin bağımsızlığını ilan etmesiyle başlamıştır. Bunun ardından Bosnalı Sırplar, Sırbistan’dan aldıkları askeri yardımla Boşnak kentlerini ablukaya almışlar ve sivillere yönelik korkunç katliamlara imza atmışlardır. Yugoslav İç Savaşı sırasında Sırp paramiliter grupları sayısız işkence, tecavüz ve cinayete karışmışlar, bütün bunları da dünya kamuoyunun gözleri önünde gerçekleştirmişlerdir.
Bosna’da yaşanan katliamlar arasında en dikkat çekeni Srebrenica soykırımıdır. BM tarafından “güvenli bölge” ilan edildikten iki yıl sonra gerçekleşen katliam II: Dünya savaşı’ndan bu yana yaşanan en büyük toplu katliamdır. Raporlara göre Srebrenica’da 7 ila 8 bin arasında insan öldürülmüştür. Şu ana kadar 42 toplu mezar bulunmuştur. Daha fazlasının da olduğu tahmin edilmektedir. Yalnızca 2070 kurbanın kimliği tespit edilebilmiştir.1 Savaş boyunca tüm Bosna’da öldürülen insan sayısı ise Kızılhaç’a göre 312 bindir.2 Bosna Savaşı resmi olarak ancak 2005’te imzalanan Dayton Antlaşması’yla sona ermiştir.
Boşnaklar savaş suçlarıyla ilgili olarak Lahey Adalet Divanı’na ilk kez 1993’te başvurmuşlar ancak mahkeme sadece iki tarafa soykırımı önleme çağrısı yapmakla yetinmiştir. İkinci başvuru 2003’te yapılmış ve Lahey Adalet Divanı kararını 2007’de açıklamıştır. Bu karara göre Sırbistan Devleti soykırım yapmamış, soykırım için plan yapmamış, soykırımı kışkırtmamış ve soykırıma katılmamıştır. Ancak 1995’te Srebrenica’da meydana gelen olay soykırımdır ve Sırbistan Devleti soykırımı önleme yükümlülüğünü yerine getirmemiştir. Buna karşın Sırbistan’ın herhangi bir tazminat ödemesine gerek yoktur.3
Srebrenica Soykırımı’nda Batılı devletlerin de sorumluluğu vardır. BM soykırımı engellemek için hiçbir şey yapmamış ve soykırım BM’nin güvenli bölge ilan ettiği bir yerde gerçekleşmiştir. BM’ye bağlı Hollandalı askerler kendilerine sığınan Boşnakları, katledileceklerini bildikleri halde Sırplara teslim etmiştir. Geçtiğimiz aylarda bu askerler Hollanda Devleti tarafından üstün hizmet madalyasıyla ödüllendirilmişlerdir. Bosna’daki Sırp katliamları uzun süre devam etmiş, Batılı ülkeler bu katliamlara seyirci kalmışlar ve uzun süre hiçbir müdahalede bulunmamışlardır.
Çin’de İnsan Hakları İhlalleri
Çin’deki insan hakları ihlalleri Büyük Çin Devrimi’nin ve Mao Zedung’un ideal ve politik ihtiraslarının bir sonucudur. 1949’da iktidarı ele geçirmesiyle Mao, ülkede totaliter bir düzen kurdu. Kararlar bizzat kendisi tarafından alınıyor ve akılcı olup olmadığı göz önünde bulundurulmadan sorgusuz uygulanıyordu. Daha 1950’lerin başında baskıcı uygulamalar Çin halkını etkilemeye başladı. Yeni yönetim her yerde “karşı devrimciler” görüyordu ve sıradan insanları devrimi erozyona uğratmaya çalışmakla suçlayıp onları işkenceli sorgulardan geçiriyordu. Ülkede demokratik bir altyapı olmadığı için çoğu kez insanlar yargılanmadan mahkûm ediliyor, ya çalışma kamplarına gönderiliyor ya da öldürülüyordu.
1950’lerin başında öldürülen insan sayısıyla ilgili çeşitli tahminler vardır. Jurgen Domes’e göre bu sayı 3 milyondur. Maurice Meisner’e göre bu sayı 2 milyondur. Julia Strauss 800 bin ila 2 milyon arası insanın öldürüldüğünü söylerken Richard Walker bu sayıyı 14 milyona kadar çıkarmaktadır.4 Bu rakamlar devrimin ilk yıllarına ait tahminleri yansıtmaktadır. Stephan Courtois’e göre devrimden bugüne kadar hayatını kaybeden insan sayısı 65 milyona yakındır.5 Sayını yüksek olmasının başlıca sebebi idamlar kadar açlık, tehcir, ağır işçilik gibi nedenlerle ölenlerin de yukarıdaki tahmine dahil edilmesidir. Zira Mao zamanında tarımda ve sanayide atılımlar yapılmak istenmiş ve halk olumsuz yaşam şartlarında çalışmaya zorlanmıştır. Örneğin “Büyük Sıçrama” diye adlandırılan dönemde 20 milyon Çinli açlık, yoksulluk ve olumsuz yaşam şartları yüzünden hayatını kaybetmiştir.6 Ancak bu ölümler ne Mao’yu ne de takipçilerini durdurabilmiştir. Milyonlarca insan adeta köle statüsünde çalışmaya mahkûm edilmiştir.
Halepçe Katliamı
İran-Irak Savaşı’nın 8. yılında Enfal Operasyonu çerçevesinde 16 Mart 1988’de Halepçe kenti Irak uçakları tarafından kimyasal ve biyolojik silahlarla bombalanmış, 5000 kişi ölmüş, 10 binden fazlası yaralanmıştır.7 Saddam Hüseyin bu saldırıyla hem İran’ın yanında yer alan Iraklı peşmergeleri hem de yerel halkı cezalandırmak istemiştir. Emri veren Saddam Hüseyin, uygulayan ise sonradan Kimyasal Ali lakabını alan dönemin Kuzey Cephesi Komutanı Korgeneral Ali Hasan Al-Majid al-Tikriti’dir. Silahları Iraklılara sağlayanlar ise Batılı ülkelerdir. Amerikalı gözlemci Phyllis Bennis 1995’te yaptığı açıklamada, Amerikan Type Culture firmasının ABD Ticaret Bakanlığı’nın onayıyla Irak’a şarbon, e-coli, botulizm ve diğer biyolojik silah malzemeleri temin ettiğini belirtmiştir. 1991 yılına kadar pek çok ülke Irak’a silah temin etmiştir. Bunların başında Amerikalı ve Alman şirketler gelmektedir. Diğer ülkelerse İngiltere, Fransa, Çin ve Sovyetler Birliği’dir.8 Dolayısıyla Halepçe Katliamı’nda şu veya bu derece büyük devletlerin de sorumluluğu vardır.
Hocalı Katliamı
Hocalı Katliamı’nı bu çalışmaya dahil etmemizin sebebi yakın bir geçmişte olması ve Batılı devletlerin olayı görmezden gelmek istemesidir. Hocalı Katliamı yakın tarihin en çarpıcı insanlık suçlarından biridir. Ne yazık ki bugün hiç kimse yaşananlar yüzünden yargılanmamış ve cezalandırılmamıştır.
Hocalı Katliamı 25 Şubat 1992’de Dağlık Karabağ’ın Hocalı kentindeki çok sayıda sivilin kadın çocuk ayrımı gözetmeksizin katledilmesi olayıdır. Azeri kaynaklarına ve Human Rights Watch başta olmak üzere insan hakları örgütlerine göre katliam Ruslara bağlı 366. Motorize Alayı’nın desteğindeki Ermeni askerleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Kayıpların 400 ila 1000 arasında olduğu söylenmektedir. Azeri kaynaklarına göre resmi rakam 613’tür ve bunların 106’sı kadın 83’ü çocuktur.9 Azeri Devleti bir süre olayı Azeri halkından gizlemeye çalışmış ancak olayın korkunçluğu kısa süre sonra duyulmuştur.
Le Monde gazetesi 14 Mart 1992 tarihli sayısında Hocalı’da öldürülen kadın ve çocukların kafa derilerinin yüzüldüğünü belirtmiş, İzvestiya Gasetesi sivillerin işkence edilerek öldürüldüğünü yazmıştır. Human Rights Watch olayı, Karabağ’ın işgalinden bu yana cereyan eden en kapsamlı sivil kırım olarak nitelendirirken Bulgaristan’da çıkan Nie Gazetesi katliamı “Hocalı insanlığın faciasıdır” başlığıyla vermiştir.10
Her ne kadar dünya basını olaya yer verse de büyük devletler olayla ilgili hiçbir eylemde bulunmamış, katliamı görmezden gelmiştir. Bugün de Hocalı Katliamı Batı kamuoyunun unuttuğu olaylar arasında yer almaktadır.
Irak’ta Abd’nin Gerçekleştirdiği İnsan Hakları İhlalleri
Irak’ın 2003 yılında ABD ve Britanya tarafından işgali ve işlenen insanlık suçları bütün dünya kamuoyunun gündemini meşgul etmektedir. ABD ve Britanya insan hakları, demokrasi ve bölgenin güvenliği için geldiklerini söylemişler ancak gerçekleştirdikleri katliamlarla kendilerini tekzip etmişlerdir.
2003’ten bu yana Irak’ta 665 bin sivil ölmüş, 3 milyondan fazlası yaralanmıştır. Toplam 4 milyon kişi mülteci durumuna düşmüş ve komşu ülkelere sığınmıştır.11
Aslında 1991’deki ilk Amerikan saldırısı da ikincisinden daha insaflı değildi. ABD 1991’de dünya kamuoyunun desteğini almış ama sivilleri vurmaktan kaçınmamıştı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Colin Powell, kendisine yöneltilen “Körfez Savaşı’nda kaç sivil öldü?” sorusuna “Doğrusu bu benim hiç umrumda olmayan bir rakam” karşılığını vermiştir. 1996’da ise dönemin Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, CBS Televizyonu’nda katıldığı bir programda “Sizce yaptırımlar yüzünden 500 bin çocuğun ölmesine değer miydi?” sorusuna “Bizce bu bedele değer” cevabını vermiştir.12
2003’te ise ABD daha da pervasız davranmıştır. Artık dünya kamuoyunu ikna etmek gibi bir düşüncesi yoktur. ABD askerleri işgal sırasında köyleri basmış, kadınlara tecavüz etmiş, müzeleri ve tarihi eserleri yağmalamış, ele geçirdiği Iraklı sivilleri işkenceden geçirip katletmiştir.
ABD’nin getirmeyi vaat ettiği demokratik düzenin izi bile şu anda yoktur. Bir araştırmaya göre ABD ve müttefiklerinin yarattığı kaos ortamında her 4 Iraklı’dan biri aile fertlerinden birini kaybetmiş, her 5 Iraklı’dan birinin yakını kaçırılmıştır.13 Irak’taki yeni düzen bugün istikrarsızlık, korku, tehlike ve nefret yaratmaktadır.
İsrail’in Filistinlilere Karşı İşlediği İnsan Hakları İhlalleri
1948 yılında BM’nin Filistin’deki Britanya idaresini sona erdirip İsrail Devleti’nin kurulmasına onay vermesiyle Filistin’de baskı ve katliamların önü açılmış oldu. Batılı ülkeler tarafından desteklenen İsrail Devleti ve ordusu bölgede hâkimiyet kurdu. Etrafındaki bölgeleri işgal etti ve buralarda koloniler kurdu. Batı Şeria, Gazze ve Golan Tepeleri halen İsrail işgali altındadır.
İsrail müttefiklerinden aldığı destekle Filistinli halka karşı kabul edilemez eylemlerde bulundu. Filistinliler Gazze, Batı Şeria, Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan’da mülteci kamplarında yaşamaya zorlandılar. Ancak İsrail baskısının sonu gelmedi. Mülteci kampları da Filistinlileri İsrail katliamlarından koruyamadı. 1948’den bu yana on binlerce Filistinli kadın-çocuk ayrımı gözetmeksizin İsrail askerlerince katledildi. Pek çok masum Filistinli politik suçlu olarak İsrail hapishanelerine gönderildi ve burada işkenceden geçirildi. Filistinlilerin tüm meşru müdafaa mekanizmaları felce uğratıldı. İsrailliler, Nazilerin Yahudilere uyguladığı soykırımın bir benzerini Filistinlilere uyguladılar. Hiçbir ateşkes, antlaşma veya barış görüşmesi İsrail’in işlediği insanlık suçlarını durduramadı. Bugün itibariyle Filistinlilere yönelik baskı ve katliam politikası İsrail’in resmi ideolojisinin ve devlet yapısının ayrılmaz parçası durumundadır. İsrail’in gerçekleştirdiği sayısız katliamı daha da dikkat çekici yapan bir başka unsursa, bu cinayetlerin dünya kamuoyunun gözleri önünde işlenmiş olmasıdır. Bugüne kadar hiçbir Batılı devlet açıkça İsrail’in karşısına çıkmamış ve eylemlerini engellemeye çalışmamıştır.
Kızıl Kmerler Ve Pol Pot’un Gerçekleştirdiği Katliamlar
Kızıl Kmerler’in ortaya çıkışında ABD’nin rolü büyüktür. ABD Vietkonglar’ın lojistik destek almasını engelleme adı altında 1969’dan itibaren Kamboçya’yı defalarca bombalamış, ülkenin altyapısını neredeyse tamamen yok etmiş, halkın ana geçim kaynağı olan tarımsal üretimi sekteye uğratmış ve 600 bin ila 800 bin arası Kamboçyalı’nın hayatını kaybetmesine yol açmıştır. Bir CIA raporuna göre Kızıl Kmerler bu bombalamaları halk arasında propaganda amaçlı kullanmış ve 5000 kişilik bir gerilla grubundan 70 bin kişilik bir orduya dönüşmüşlerdir. Sonuçta 1975’te Kamboçya’da iktidarı ele geçirmişlerdir.14
Kızıl Kmerler’in ve liderleri Pol Pot’un bundan sonraki eylemleri, radikal ve akıldışı bir ideoloji tarafından yönlendirilmiş ve ortaya insanlık tarihinin en büyük katliamlarından biri çıkmıştır. Pol Pot’un amacı yeni bir insan tipi yaratmaktır. Ona göre okumuş, yabancı dil bilen herkes sınıf düşmanı, komplocu, emperyalizmin işbirlikçisi ve haindir. Bu doğrultuda okuma yazma bilen, eğitimli herkes; bilim adamları, akademisyenler yazarlar ve din adamları katledilmiştir.15 Halkın geri kalanıysa tarlalara çalışmaya gönderilmiştir. Pol Pot’un yeni insan için oluşturduğu kriterler öyle ilginçtir ki tırnakları kesilmiş ve bakımlı olan insanları, sırf bu özellikleri yüzünden, kapitalizmin ve Batılı ideolojilerin destekçisi olarak değerlendirmiş ve bu kişileri “Demokratik Kamboçya”ya zarar vermemeleri için öldürtmüştür.
Pol Pot’un yeni düzeni daha pek çok garip uygulamayla doludur. Öküz arabaları hariç motorlu araba ve traktör kullanım dışı bırakılmış; fabrika, okul, üniversiteler, postaneler, sanayi tesisleri, müzeler, hastaneler kapatılmıştır. Paraya dayalı ekonomi ortadan kaldırılmış, kitaplar yakılmış, müzik yasaklanmıştır. Çocuklar ailelerinden koparılmış ve gözaltı kamplarına bırakılmıştır.16
Pol Pot ve Kızıl Kmerler’in 4 yıl süren iktidarında toplam 2 milyon sivil rejim karşıtı oldukları gerekçesiyle katledilmiş veya tarlalarda zor şartlar altında çalışırken hayatlarını kaybetmişlerdir.17 Bazı kaynaklarda bu rakam 3 milyon 300 bin olarak da yer almaktadır.18
Pol Pot 1998’de hayatını kaybetmiştir. Bu süreçte Kızıl Kmerler önce ikiye bölünmüş ardından da ülkedeki etkinlikleri neredeyse tamamen yok olmuştur.
RUANDA SOYKIRIMI
Ruanda’da soykırım ülkede uzun yıllar varlığını sürdüren sömürgeci yönetimlerin politikaları sonucu yaşanmıştır. Ülke 19. yüzyılın sonunda önce Alman hâkimiyetine girmiş, 20.yüzyılın başındaysa idareyi Belçikalılar ele almışlardır. 1994’te yaşanacak soykırımın tohumları da işte bu süreçte atılmıştır.
Ruanda’da iki ayrı kabile yaşamaktaydı. Nüfusun %90’ını Hutular, %10’unu ise Tutsiler oluşturmaktaydı. İki kabile iç içe yaşıyordu. Toplumsal geçirgenlik yüksekti. Kabileler arası ilişkiler güçlüydü, kız alıp verme yaygındı.19 Ancak sömürge yönetimi Hutularla Tutsiler arasına bir duvar örmeye karar verdi. Bu iki kabile birbirinden ayrılacak ve Tutsiler sömürgecilerle işbirliği yaparak Avrupalıların bölgedeki acenteliğini yapacaklardı.
Bunun için her iki kabilenin mensuplarının kafatasları ölçüldü ve birbirlerinden farklı oldukları kanıtlanmaya çalışıldı. Daha sonra ırka dayalı kimlikler dağıtıldı. Artık Hutularla Tutsilerin devlet karşısındaki konumları farklıydı. Belçikalılar azınlıktaki Tutsileri yanlarına aldılar ve onları işbirlikçi konumuna getirdiler. Ülke içinde Tutsilere önemli ayrıcalıklar verildi. Eğitim ve sosyal olanaklar Hutulara neredeyse tamamen kapatıldı.20 Tutsiler sömürgecilerin yanına çekildi. Elbette bu durum çoğunluktaki Hutuları oldukça rahatsız etmekteydi. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ülkenin idaresi Birleşmiş Milletlere verildi ve seçimler yapıldı. Elbette seçimleri sayıca çoğunlukta olan Hutular kazandı. Tutsilere karşı intikam hareketlerinin ilk örnekleri o zaman görüldü. Kısa sürede 20 bin ila 100 bin arası Tutsi öldürüldü. 160 bin kadarı da komşu ülkelere sığındı. 1980 yılına gelindiğinde ülke dışındaki Tutsilerin sayısı 500 bine ulaşmıştı.21
Tutsiler ülkelerine dönmek istiyordu. Bu amaçla Raunda hükümetine karşı silahlı mücadele bile başlattılar ancak daha sonra ateşkes imzalandı. Fakat Hutular artık sorunun kökünden çözülmesini istiyorlardı. Kısa sürede ülke çapında paramiliter gruplar kuruldu ve Tutsilerle ılımlı Hutular fişlendi. 6 Nisan 1994’te Hutular, fişledikleri insanları katletmeye başladılar. Birleşmiş Milletler, Avrupa Ülkeleri ve ABD hiçbir müdahalede bulunmadılar. Sonuçta 100 günlük bir süre içerisinde 800 bin kadar insan katledildi. Katliam, Tutsi destekli Raunda Vatansever Cephesi’nin Hutu Hükümetini düşürmesiyle son buldu. Bu sefer Tutsilerin intikam amaçlı saldırısı sonucu yüz binlerce Hutu mülteci konumuna düştü ve komşu bölgelere sığındı.
Birleşmiş Milletler Soykırımı Önleme sözleşmesi tarihte ilk kez Raunda’da yaşanan soykırım sonucu uygulandı. Bazı isimler suçlu bulundu ve cezalandırıldı. Ayrıca yerel mahkemeler de pek çok kişiye hapis cezası verdi. Ancak yakın zamanda 8 bin kadar mahkum hapishanelerde yer kalmadığı gerekçesiyle serbest bırakıldı.22
Batılı ülkelerin soykırımdaki sorumluluğu bugün de tartışılmaktadır. Fransa Eski Cumhurbaşkanı François Mitterand yaptığı bir açıklamada Ruanda’yı kastederek “O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil” demiştir. Emekli Fransız askerlerinden Thierry Prungnaud da bir demecinde “1992 yılında Fransız askerlerinin Ruandalı sivil milislere atış eğitimi verdiğini gördüm”23 şeklinde konuşmuştur. Yine bazı iddialara göre dönemin Fransız Hükümeti, Hutuların bir katliam hazırlığında olduğundan haberdar olduğu halde bunu engellemek için hiçbir şey yapmamıştır.24
SOVYETLER BİRLİĞİ’NDE YAŞANAN İNSAN HAKLARI İHLALLERİ
Tarihteki büyük insan hakları ihlallerinin başında Sovyetler Birliği’nde ideolojik gerekçelerle uygulanan baskı politikası gelmektedir. Bu politika daha Lenin zamanında başlamış ve yıktığı Çar düzeninin totaliter yapısını kopyalamıştır. Stalin devrinde politik baskılar daha da artmış ve otokratik yönetim anlayışı Gorbaçov dönemine kadar sürmüştür. Bu süreçte milyonlarca insan Gulag denilen toplama kamplarına gönderilmiş ve buralarda insanlık dışı şartlarda çalışmaya ve yaşamaya zorlanmıştır. Gulaglarda çeşitli suçlar işlemiş insanlar bulunsa da ezici çoğunluğu “karşı devrimci” diye adlandırılan politik suçlular oluşturmuştur.
Gulaglar, Sovyetler Birliği’nin kurulmasına paralel olarak yaygınlaşmışlardır. Ancak bu toplama kamplarını dünyaya duyuran Aleksandr Solzhenitsyn’nin 1973’te yazdığı “The Gulag Archipelago” adlı kitabıdır. Kitapta da değinildiği gibi Gulaglar Sovyet coğrafyasının her tarafına yayılmış takımadalar gibidir. Bilimsel araştırmalara göre ülke çapında 476 ayrı kamp kurulmuştur ve bu kampların da altında binlerce ayrı kompleks bulunmaktadır.23 Sovyetlerde sadece Stalin devrinde 18–20 milyon arası insanın bu kamp sistemi içinde yaşamaya zorlandığı sanılmaktadır. İddialara göre Gulaglar, Nazi toplama kamplarını aratmıyordu ve bu kamplarda her yıl mevcut nüfusun %10’u işkence, kötü muamele veya sağlıksız yaşam şartları nedeniyle hayatını kaybediyordu. Gulaglarda sağlık hizmeti yok denecek kadar azdı. Mahkûmları aşırı soğuktan koruyacak giysiler yoktu. Koğuşlar aşırı kalabalıktı ve yemekler yetersiz ve sağlıksızdı. Mahkûmlar ağır işlerde çalışmaya zorlanıyordu ve iş saatleri mahkûmların fiziksel ve ruhsal dayanıklılıkları göz ardı edilerek düzenleniyordu.26
Gulaglar özellikle Stalin iktidarıyla totaliter Sovyet idaresinin alışıldık parçası haline gelmişlerdir. 1970’lerde toplama kamplarının sayısında azalma olsa da söz konusu sistem Sovyetler Birliği çökene kadar varlığını sürdürmüştür.
TATERLAR’A KARŞI NORVEÇ’İN UYGULADIĞI BİYOLOJİK SOYKIRIM
Taterlara (Göçerler) yapılan biyolojik soykırımı çalışmamıza dahil etmemizin sebebi kurban sayısı çok fazla olmasa da soykırımın 1989 yılı gibi yakın bir tarihe kadar Norveç Devleti’nin resmi politikası olarak sürmesidir. Benzer biyolojik soykırım örnekleri diğer İskandinav ülkelerinde de çok yakın tarihlere kadar yaşanmıştır.
Taterlara yapılan soykırımın temelinde Ari Irk ideolojisi yatmaktadır. 19. yüzyılın sonunda başlayan bu akım, 20. yüzyılın ortalarına kadar popülerliğini korumuş, yüzyılın sonuna kadar da Avrupa ülkelerinde taraftar toplamıştır. Naziler bu ideolojiyi kanunlaştırmışlar ve çeşitli etnik gruplara veya engelliler gibi dezavantajlı gruplara karşı uygulamışlardır. Bu Nazi kanunu Norveç’te de 1978’e kadar yürürlükte kalmıştır.27
Norveç’te de amaç, Ari Irk teorisinin geçerli olduğu her yer gibi hakim ırkın yani Norveçlilerin saflığını korumaktır. Irkların karışımı kanın bozulmasına ve dejenerasyona yol açar. Bu sebeple etnik azınlıklar (konumuz gereği Taterler) ortadan kaldırılmalıdır. Bunun için kullanılan yöntem kısırlaştırmadır. Araştırmacılara göre en az 500 etnik Tater zorla kısırlaştırılmıştır. Çoğunluğu reşit olmayan Tater kızları oluşturmaktadır. Bu uygulama Norveç Devleti’nin resmi politikasıdır. Bu doğrultuda çalışma yürüten devlet kurumlarına 1989 yılına kadar parasal destek verilmiştir.28
Taterlara karşı uygulanan bir diğer yöntemse kurbanlara insulin ve elektroşok verilmesidir. Bunun dışından göçerlerden mevcut baskı ve soykırım politikasına hala direnenler varsa, bu sefer beyne dışarıdan müdahale edilmesiyle pasifleştirme yöntemi olan “lobotomi” yöntemi kullanılmıştır.29
Tıbbi müdahalelerin dışında Taterlara karşı sosyal asimilasyon uygulamalarına girişilmiştir. Çocuklar ailelerinden alınmış ve başka ailelere verilmiştir. Kendilerine dayatılan yeni hayatı reddeden çocuklara cinsel tacize varan baskılar uygulanmış30 ve kendi kültür, gelenek ve aileleriyle olan bağları koparılmıştır. Bu tür uygulamalar devlet-kilise işbirliğiyle yakın zamana kadar sürdürülmüştür.
VİETNAM’DA ABD’NİN GERÇEKLEŞTİRDİĞİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ
Vietnam’da 1954’e kadar Fransız egemenliği vardı. Ancak Ho Şi Min liderliğindeki komünist güçler Fransızları yenilgiye uğrattı ve ülkede hâkimiyeti ele geçirdi. Ülke bir süre sonra ikiye bölündü. Kuzeyi Komünistler kontrol altında tutuyordu. Güneyde ise ABD yanlıları vardı. Bir süre sonra Komünistler Güney’de eylemler gerçekleştirmeye başladılar. ABD “Domino Teorisi”ni göz önünde bulundurarak komünizmin yayılmasında endişe ediyordu. Pek çok Amerikalı’ya göre Komünist Vietnamlılara karşı askeri harekât yapılmalıydı. Ancak Amerikan Kongresi bu kararı bir türlü vermiyordu. Sonuçta ABD’liler Tonkin Körfezi’nde seyreden bir savaş gemilerine Kuzey Vietnamlıların saldırdıklarını dünya kamuoyuna açıkladılar. Bunun üzerine Kongre, Kuzey Vietnam’a askeri karşılık verme kararı aldı. ABD yetkili makamlarının yalan söylediği ve savaş gemilerine hiçbir saldırının yapılmadığı daha sonra anlaşılacaktı. Ancak o an için Amerikalı şahinler istediklerini elde etmişlerdi.
ABD savaş boyunca Vietnamlı sivillere yönelik sayısız saldırı gerçekleştirdi. Sivil yerleşim yerlerine napalm bombaları atıldı, kimyasal ve biyolojik silahlar Vietnamlılar üzerinde denendi. Ancak Amerikan kayıpları da her gün artıyordu. Zamanla ABD’de savaş karşıtı bir lobi oluştu ve Vietnam’dan askerlerin geri çekilmesi için pek çok yerde büyük gösteriler düzenlendi. Sonuçta savaşta ibre Kuzey Vietnamlıların lehine döndü. ABD askerlerini çekmek zorunda kaldı. Kuzey Vietnamlılar da 1975’te Güney Vietnam’ın başkenti Saygon’a girdi.
Savaşın sonunda Vietnam kaynaklarına göre 4 milyon sivil hayatını kaybetti. ABD’nin kayıpları 53 bin 200 askerdi.31 ABD kaynaklarına göreyse 500 bini sivil olmak üzere 1,5 milyon Vietnamlı hayatını kaybetti.32
Kaynaklar
- Vikipedi Özgür Ansiklopedi, Bosna Soykırımı, güncelleme: 2 Aralık 2007, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Vikipedi Özgür Ansiklopedi, Bosna Soykırımı, güncelleme: 2 Aralık 2007, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Vikipedi Özgür Ansiklopedi, Bosna Soykırımı, güncelleme: 2 Aralık 2007, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Jeremy Brown, “Terrible Honeymoon: Struggling with the Problem of Terror in Early 1950s China”, Link alındığı tarih: 19 Aralık 2007
- Wikipedia Free encyclopedia, “The Black Book of Communism” güncelleme: 19 Aralık 2007, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Metin Aydoğan, Yeni Dünya Düzeni, Kemalizm ve Türkiye, cilt:1, 11. Baskı, Nisan 2004 (Umay Yayınları:İzmir) sf. 349
- Irak: Baas Diktatörlüğünden ABD Hegemonyasına, „Halepçe Katliamı“, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- İnsan Hakları Bülteni Özel Sayı 2003/1, Erguvanlar da Soldu: Halepçe Yanarken“, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Vikipedi Özgür Ansiklopedi, Hocalı Katliamı, güncelleme: 16 Ekim 2007, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Vikipedi Özgür Ansiklopedi, Hocalı Katliamı, güncelleme: 16 Ekim 2007, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Abdulbari Atwan, “Irak. Katliamın Dört Yılı”, Link alındığı tarih: Link 20 Aralık 2007
- İnsan Hakları Bülteni Özel Sayı 2003/1 , “Erguvanlar da Soldu”, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Abdulbari Atwan, “Irak. Katliamın Dört Yılı”, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Roni Alasor, Kamboçya: Ölüm Tarlalarından Barışa Doğru, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Roni Alasor, Kamboçya: Ölüm Tarlalarından Barışa Doğru, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Roni Alasor, Kamboçya: Ölüm Tarlalarından Barışa Doğru, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Roni Alasor, Kamboçya: Ölüm Tarlalarından Barışa Doğru, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Vikipedi Özgür Ansiklopedi, “Pol Pot”, güncelleme: 24 Kasım 2007, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Michael Gerson, “Ruanda’nın Gözyaşları Bizi Hala Yargılıyor”, 1 Aralık 2007, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Vikipedi Özgür Ansiklopedi, “Ruanda Soykırımı”, güncelleme: 7 Kasım 2007, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Vikipedi Özgür Ansiklopedi, “Ruanda Soykırımı”, güncelleme: 7 Kasım 2007, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Internet.com.tr, “Ruanda Soykırımı’na Katılanlar Serbest”, 20 Şubat 2007, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Vikipedi Özgür Ansiklopedi, “Ruanda Soykırımı”, güncelleme: 7 Kasım 2007, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Internet.com.tr, “Ruanda Soykırımı’na Katılanlar Serbest”, 20 Şubat 2007, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Wikipedia The free Encyclopedia, “Gulag”, güncelleme: 19 Aralık 2007, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Wikipedia The free Encyclopedia, “Gulag”, güncelleme: 19 Aralık 2007, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Sefa M. Yürükel, Batı Tarihinde İnsanlık Suçları, Ocak 2004 (Avcıol Basım Yayın: İstanbul) sf. 64;
- A.g.e. , sf.65
- A.g.e. , sf.66
- A.g.e. , sf.67
- CNN Türk , Tarihte Bugün. 31 Mart, tarih. 31 Mart 2006, Link alındığı tarih: 20 Aralık 2007
- Metin Aydoğan, Yeni Dünya Düzeni, Kemalizm ve Türkiye, cilt:1, Baskı:11, Nisan 2004 (Umay Yayınları: İzmir) sf. 276